KÖYÜMÜZÜN
ERİŞEBİLDİĞİMİZ TARİHİ
MİLYANLI ÜNGÜT KÖYÜ NÜN BİLİNDİĞİ
KADARI İLE GEÇMİŞİ VE TARİHİ
Eski adıyla Mil yanlı üngüt köyü, yeni adıyla küçük
üngüt köyü. Efsaneye göre köyü teşkil edenler üç kardeştir. Dado, sımo ve
hussso. Dolayısıyla köyümüz eski atalarının isimlerinden esinlenerek üç kardeşin
ismi ile anılan üç kabiledir. dadıki, sımali ve hısıki olarak üç kabileden
oluşur. Şimdiki yerleşim yerini mekân tutması da başka bir efsaneye dayanır.
Şöyle ki, bilindiği gibi, Osmanlı hizmet vermeyi değil,
zorluk çıkarmayı iyi bilirdi. Önce zorla dağlara mahkum ettiği toplulukları,
1826 fermanı ile yerleşikliğe zorlar. O dönem daha yerleşik düzene geçmeden önce
kışın Narlı- Pazarcık yöresinde eğleşirlermiş. İlkbaharın ortalarında ise,
Engizek, koç dağı, bin boğa dağlarına yaylaya giderlermiş. Bir defasında yaylaya
giderlerken şimdiki soku milyanlı, zompolar mevkiinde uzaktan bir karaltı fark
edilir. Kafilenin ileri geleni, bu karaltı için, mal ise sizin, can ise benim
olacak deyip karaltıya yaklaşırlar. Bakarlar ki, kundağa sarılmış bir oğlan
çocuğu. Buldukları mevkiinin isminden esinlenerek adına tapan derler. Çünkü
bebeği buldukları yerin ismi Kürtçe tape dir. Kafile başkanı bebeği evlat
edinir. Bu çocuğu evlat edinen Kişi Dado mu, Sımo mu, Hıso mu belli değil. Tabi
yoluna devam ederler yaylaya varılır, kış olmadan da geri Pazarcık- Narlı
ovasına dönerler. Bir, üç, beş derken bu kimsesiz çocuk yedi, ya da sekiz
yaşlarına gelir. Yine yaylaya gidilir, fakat bu çocuk yayla hayatını beğenmez.
Ortada kayıp olur. Aranır, derken şimdiki köyün yerleştiği yerin alt tarafında
ki üngüt suyunun gözünde bulurlar. Alıp götürürler. Fakat çocuk orada ayrılmak
istemez. Derken, üç-beş kez daha kayıp olur, her seferinde gelir orda bulurlar.
Tapan suyun etrafındaki, bük’ü ormanı temizleyip buraya yerleşeceğini söyler.
Etrafı tarla yapıp buraya yerleşeceğini inatla tekrarlar. İhtimalle şimdiki
Ahmet Üzüm ile Yusuf Üzüm’ün evinin olduğu yerde kendine bir baraka yapmıştır ve
orayı evi kabul eder. Bu vesile ile köyümüzün ataları da yaylada dönerlerken,
Pazarcık- Narlı ovasına değil, mil yanlı köyü olarak buraya yerleşirler.
Milyanlı ismi, sine milli aşiretinin bir kolu anlamındadır sanırım. Önemli
şahsiyetleri, milli İbrahim paşa, Temir’e milli gibi bazı isimler bu güne
ulaşmıştır. Çağın gereği olarak diğer topluluklar da olduğu gibi, dağılmış bir
durum arz eder. Baştan Tunceli olmak üzere Kürt Alevilerin olduğu birçok
yerlerde bu aşiretin olduğu söylenir. Ne kadar doğrudur bilme olanağı yok
gibidir maalesef.
ORAYA NEREDEN GELİNDİ
Üzgünüm onu ortaya çıkarmak çok zor ya da imkânsız bir
sorundur. Bildiğim kadarı ile, o dönem Osmanlı imparatorluğu eyaletlere
bölünmüştü. Bize en yakın eyalet merkezi Halep ti. Antep Halep’e bağlıydı.
Pazarcık da Antep’e bağlıydı. Maraş’a bağlanmak daha sonradır. Yani, Halep,
Antep, ve ilçeleri, Pazarcık, Cerit ve Elbistan geneli konup göçülen yurt
edinilmiş konumundaydı. Fakat kesinlikle bir yeri işaret etmek mümkün
görünmüyor. Bağışlayın tarih hakkında birkaç söz yazmam gerekiyor. Önce şu
tespiti yapmak gerekiyor. Kültürü olmayanın tarihi, tarihi olmayanın da kültürü
olmuyor. Tarih ve kültürün olması için yerleşik bir düzene geçilmiş olmak gerek.
İşte mil yanlıya yerleşenciye kadar biz bu olanaktan yoksunduk. Evet atalarımız
bazı yerlerde geçici olarak eğleşmişler. Örneğin, Narlı ovasında uzun bir zaman
kaldıkları kesin. Ağcakoyunlu köyü ile Cimikanlı köyleri civarında iki yerin
ismi mil yanlı yeri diye geçer. (vari Mılan) yine Pazarcığın Bağdin köyünün yeri
mil yanlıların eski konak yeri diye geçer. Yine soku mil yanlı yazısında bu gibi
yerler olduğu söylenir. Ayrıca yayla dedikleri Engizek, koç dağı, gibi yerlerde
birçok adımızla anılan yerler vardır. Ne yazık ki, bütün bu yerlerde ne
düşünsel, ne de sanatsal bir kalıntı bırakılamamıştır. Bilindiği gibi, tarih
arkeolojik, kayıtsal, deney vb bilimsel yöntemlerle yazıldığı zaman bir değeri
vardır. Maalesef elimizde ne düşünsel, ne de sanatsal bir kanıtımız
bulunmamaktadır. Bu durum yalınız bizim için geçerli değil, Anadolu da yaşayan
birçok insan bizim konumumuzdadır. Kimsenin tartışmaya açmayı göze alamadığı bir
konu var. Bu başlı başına bir konudur çok kısa geçeceğim. 1071 yılında Malazgirt
savaşı ile Türkler Anadolu ya yerleşmişlerdir. O dönemden çok önceleri Roma
imparatoru bir sayım yapar, o sayıma göre bütün Avrupa da on milyon insan
yaşarmış, ama yalınız Ana doluda da on milyon insanın yaşadığı Roma
İmparatorluğunun kayıtlarında ve Bizanssın kayıtlarında olduğu söylenir. Pekiyi
bu insanlar ne oldu dersiniz. Nesilleri tükendi mi? Türklerin geldikleri yer
belli, Kürtlerin geldikleri yer de belli, Karadenizli vatandaşların geldikleri
yer de belli, Pamak Boşnak ların geldikleri yer de belli ve diğerlerde öyle
herkesin geldiği yer belli, ama bir kesim var ki, ne oldukları, kim oldukları
belli değil, yani bizler, devletin hazmedemediği Anadolu nun gerçek mirasçıları,
aleviler Zeybekler, Bektaşiler ve Ermeniler gibi dışarıda gelenlere benzemeyen
zümreler. Bu konuya ilerde, kültürel ve İnançsal yapı başlığı altında yeniden
kısaca değineceğiz.
SOSYAL YAPI
Sosyal yapı. Bilindiği gibi, köyümüz üç kardeşli bir
ailenin eseridir. Kardeşler, Dado, Sımo ve Hıso dır. Bir yerde çok yakın zamana
kadar homojen (Sade) bir yapı arz eder. Bu yapı yakın zamana kadar muhafaza
edilmiştir. Yalınız Kuru pınarlar ailesi bir tek aile olarak sonrada gelmiştir.
Bu aile de köyün bozulmasına değil, kaynaşmasına katkıda bulunmuştur.
Köy halkı öyle sosyal bir dayanışma örneği vermiştir ki,
ancak ders alınması gereken bir örnektir. Doğanın acımasız şartlarına karşı,
yokluk ve yoksulluğa karşı, devletin acımasız baskısına karşı dayanabilmişler.
Bunun sırrı maddi ve insani dayanışmanın ve zorluklara kafa tutmanın, içinde
saklıdır. Zaten bütünüyle akraba olan bu insanlar, öyle davranmak zorundaydılar
kanımca. Yaşamak, varlığını sürdürmek için buna muhtaçtılar.
İnanç alanındaysa durum daha başkadır.
KÜLTÜREL VE İNANÇSAL YAPI
Kültür, genellikle göçebe kaynaklı bir kültür olarak
karşımıza çıkar. Doğaldır, öyle dallanıp budaklanmış gelişkin bir kültür aramak
boşuna bir çaba olacaktır. Önce kültürün bir tanımını yapmak gerekiyor. Kültür
yaşam için gerekli olan araç ve gereçlerin bilgisidir. Yaşamı güzelleştirmek ve
kolaylaştırmak için gerekli araç ve gereçlerin, üretimi, geliştirilmesi
olgunlaştırılması, gereken bir alandır. Bir göçebe toplumun ne böyle olanağı
vardır, ne de bu gibi şeylere kafa yorulur. Çünkü araç ve gereçleri gerekli
kılan ihtiyaçtır. İhtiyaç dayatmayınca çare pek aranmaz. O nedenle göçebe
toplumu göçebeliğin gerektirdiği ihtiyaçlarına çare aramıştır. Bu nedenle
kültürel konuda fazla yol kat edilmemiştir. Ancak köy olarak yerleşik ortama
geçildikten sonra ev kom yapma, toprağa bağlı olarak ekip biçme araçları yavaşta
olsa gelişmeye başlamıştır.
1950 yıllarında sonra, duvarcı, marangoz, demircilik vs.
başlamıştır. Ayrıca, gavur dedikleri Minoz ailesi diye bir aile yaşarmış. Bu
aile, su değirmeni çalıştırır, tarla ekip biçer, ceviz kavak yetiştirirmiş. Tabi
bizim atalar, bu gibi faaliyetleri de onlardan öğrenmiş olabilirler. Daha sonra
1915 de minoz deresi denen yerde ailece öldürülüp dereye atılmışlar. Köyümüzün
bir vukuatı olarak o olay yüz kızartıcıdır. Bunun dışında İbrahim birdemir ile
Salman Çöp arasında bir kavga olmuş, Salman Çöp İbrahim Birbalta yı tüfekle
yaralamıştır. Yine Rahmetlik Hasan Çatalkaş ile Vali isafe arasında bir kavgada
bir taşın isabet etmesi sonucu H. Çataklaşın bir gözü zarar görmüştür. Yine
benim duyduğum kadarı ile üç beş boşanma dışında köyün ve ailenin birliği pek
tahrip edilmemiştir. Bu iyi bir geçmiştir, yabana atılmaz kültürel temizliktir
bana göre. ölümlü, yaralamalı olay pek yaşanmamıştır.
İnançsal yapıya gelince, o konuda da açık ve net
belgeye, bilgiye dayalı çok az şey vardır elimizde. Gerçekten Türk müyüz, Orta
Asya damı geldik? Yoksa Kürt müyüz Metlerin Anadolu ya gelişi ile mi geldik, o
konu hiç de açık değil. Yapı olarak, dünya ya bakış açısı olarak, ne Orta Asya
dan gelenlere, ne de doğudaki Kürtlere benzerliğimiz yok denecek kadar azdır.
Eğer Kürt isek medler milattan yüzlerce yıl önce Anadolu ya gelmişlerdir denir.
Buda en az 2500 yıldır. Kültürel olarak birçok yönden benzerliğimiz olmalıydı.
Ama yok. Eğer Türk isek, Orta Asya daki geçmişi bir yana bırakalım, 900 yıldır
neden kaynaşma sağlanmamıştır? Ayrıca dini inanç alanında da çok mesafe vardır
aramızda. Türkler bizi Türk, Kürtler bizi Kürt sayar. Ayrıca bizim dede
dervişlerimiz de bizim İran Horasanda geldiğimizi inatla söylerler. Bizi buna
ikna etmişlerde. Ama biz İranlılara da benzemeyiz. Fakat İran da zerdüşizm den
önce bir inanç kurumu olarak var olan Mazdaizmin etkilerini taşıdığımız
gerçektir. Ama o inanç çok eskilerde Ana dolu yerlileri arasında yayılmış bir
inanç idi. Onun için İran da gelmek, İranlı olmak gerekmez sanırım. Doğrudur,
Mevlana, baba İlyas, baba İshak, H. Bektaş’ı Veli ve diğerleri oradan gelmişler.
Ama alevi Bektaşiler, batıda zeybekler, güney de ve doğuda Ermeniler Anadolu nun
eski halklarıdır sanırım. Örneğin biz aleviyiz, ama biz ne Arap Alevi sine, ne
İran Şii sıne, ne Afrika, ne Avrupa, Hindistan, Pakistan, ne Orta Asya
Alevlisine benzeriz. Bizim ki Anadolu Aleviliğidir. Kendine has bir çizgisi
vardır. Bu da en çok bir yaşam biçimi olarak eski Anadolu doğa inancına çok
yakındır. Şu farkla, dedik ki dervişler İran dan gelmişler, yalınız gelmekle
kalmamışlar, oradaki düşüncelerini de buraya taşımışlar. Osmanlı Tarihi boyunca
halka pek değer vermediğinden şehirler dışında kalan halk bu adı geçen
dervişlerin etkisinde kalmıştır. Onlarda kendi ideolojilerini halka
benimsetmişler. Anadolu halkı gazaba uğramamak için Müslümanlığı kabul etmiş
görünmekle beraber. Eski Anadolu inançlarının, örf, adet ve geleneklerinden
taviz vermemiştir. Çünkü eski Anadolu kültürü dışarıda gelen ideolojilerin
tümünden de ileriydi. Fakat, orta Asya ve Arap İdeolojileri ne yapıp edip
kendilerinden çok medeni, çok insani olan bu kültürü yok etmek amacındaydı. O
olmadıysa melezleştirmek amacındaydı. Yaptı da. Türkçeyi 1950 den sonra
öğrendiğimiz açık bir gerçektir. Öte yanda Kürtçede bilmiyoruz. Topu topu
bildiğimiz Kürtçe 250 kelimeyi geçmez sanırım. Öyleyse belki bin yıl önceden
başlayarak bizi asimilasyona tabi tutmuşlar. Dilimizi unutmuş ve yerleşikliği
bırakıp göçebe hayatına başlamışız. Türklerle yakın olanlar Türkçeyi, Kürtlerle
yakın olanlar Kürtçeyi konuşmaya başlamış olabiliriz. Değinmiştim 1071 den önce
de burada insan yaşıyordu. Ne oldu bu insanlar? Örneğin H. Tektaş’ı Veli Anadolu
ya geldiğinde Anadolu nun % 80 i Aleviydi denir. 1800 lere kadar en azından
buradaki halkın % 70 i alevi olduğunu söylermiş. Osmanlının en çok önem verdiği
konuların başında asker ve savaş oyunları geldiği halde, yeniçeri denen daimi
askerler dahi alevi Bektaşi idi, Bektaşi dergahına bağlıydılar. Ama bu daha çok
Anadolu Aleviliğine yakınlık arz ediyor. Anadolu Aleviliği doğa inancına
dayanır. İki örnek vereyim. Bir nesimi, nesimi enel hak dediği için hiç kimsenin
yaşamadığı bir işkence ile öldürüldü. Diri diri derisi yüzülerek. Pekiyi enel
hak ne anlama geliyordu ki, ehli süneti çileden çıkarmıştı. Ben tanrıdanım,
tanrı da bende anlamına geliyordu. Yani tanrı ile doğa aynı şeydir demek
istemişti. İki şeyh Bedrettin, Osmanlı on bin şeyh Bedrettin taraftarını Aydın
ortaklar denen yerde bir günde katletti ve önderlerinin kesik başlarını
süngülere takarak köy köy halka gösterdi. Halkı onlardan soğutmak için. Şeyh
Bedrettin ide Edirne Serez de astılar. Sebep neydi? Şeyh Bedrettin bir
tasavvufçuydu, diyordu ki, her şey birdir, gördüğümüz her şey ondan görüş
alanına çıkan şeylerdir. Yani doğayı tarif ediyordu. Aynı zamanda sosyalizmi
sosyalizm düşüncesi ortaya çıkmadan yüzlerce yıl önce savunan bir önderdi. Şöyle
diyordu. Yarin yanağından başka her şey beraber, ortaklaşa olmalı. Bu
düşünceleri, hangi mezhepten, hangi tarikattan olursa olsun hiçbir Müslüman
kabul etmez ve yanaşmaz. Ayrıca kadın erkek eşitliği Anadolu da binlerce yıldır
çözülmüş, bu sorun iken, hiçbir İslam ülkesinde çözüme halen ulaşamamıştır.
Bizlerle klasik İslam arasında önemli farklar vardır. Görmek isteyen herkes bunu
görebilir. Bunun temeli binlerce yıl önceye dayanır. Anadolu Aleviliği bir
inançtan öteye doğal bir yaşam biçimidir. Onun için hiç kimseye benzemeyiz. Eğer
benzer taraflarımız varsa, İran da gelen sakallı dervişlerle, bizim dedelerin
çabasıyla olmuştur. Bu da Anadolu geleneğine zarar vermiştir sanırım. Demek
istediğim, biz ne genel kültür, ne de inanç kültürü olarak bunların hiç birine
tam olarak benzemeyiz.
MİLYANLININ TAHMİNİ TARİHİ VE YÖNETİMİ
TAPAN’I ilk yerleşen olarak baz alıp, bir sonuca
ulaşmaya çalıştım. Baktım ki, o günden bu güne 9 kuşak geçmiş. Buna göre artı
eksi 187 ile 200 yıldır bu köy orada duruyor.
MUHTARLIKLAR
Bu güne kadar 14 kişi köye muhtarlık yapmış. Sıralama
şöyle:
İlk muhtar Zompolardan Hısi Heme H. Uzungeliç, 1 dönem.
2- Mıste kılle Mustafa Tercan 2- dönem.
3- Allo Akkılıç, Mustafa Akkılıcın babası, 1- dönem.
4- büyük Veli İçboyun 2- dönem.
5- Hısi kosa, Hüseyin Birdemir 1- dönem.
6-Cuma İçboyun, 1- dönem.
7- muhtar Ali. Ali Üstel 2- dönem.
8- Veli ağa, 1- dönem.
9- mıste salmen, Mustafa Sazpınar ın babası 1- dönem.
10- küçük veli İçboyun 2- dönem.
11- Mehmet sazpınar, 2- dönem.
12- Hüseyin Sakız 1- dönem.
13- D. Hasan Tercan 2- dönem.
14- Ahmet İçboyun 2- dönem.
ALTYAPI
Köyün birinci ilk okulu, 1950.
İkinci okul 1974.
Akpınar suyu köye 1959 da çekildi.
Elektrik 1983 de çekildi.
Telefon 1996 da çekildi.
Pazarcık’a bağlı iken, Cerit’e bağlanması 1991 de
Gerçekleşti.
Arkadaşlar istek üzerine kendi imkanlarımla ancak bu
kadarını yapabildim. Zorluklarını yukarda izah etmeye çalıştım.
Ayrıca eleştiriye açığım, fakat yıkıcı değil, yapıcı ve
öğretici eleştirileri memnunlukla karşılarım. Bir köyün basit tarihi de olsa,
belge olmayınca bir çok sorun çıkıyor.
Saygılar. Sizden biri, Bilal Üzüm.. Eylül 07
|